Salı, Şubat 27, 2007

Podcast olayı

Yaklaşık 3 haftadır fena sardırmış durumdayım poscaste.

Poscast nedir?

Podcast, radyo yayınlarının veya televizyon programlarının ses dosyası olarak internette sunulmasıdır. Ama bu sunulma iTunes üzerinden yapıldığı zaman size pek çok avantaj sağlıyor. Bu yayınlara üye olabiliyorsunuz ve yeni episodelar otomatik olarak yükleniyor.

Benim bir tane 512 mblık ipod shuffle'ım var, ve daha mp3 dinlemişliğim yok onda, hep podcast dinliyorum. Genelde Radyo ODTÜ programı olan "Modern sabahlar"ı dinliyorum. Hatta her sabah arabada dinliyorum diyebilirim. Gent de oturup da Brükselde çalışınca 1 saatlik bir yolculuk oluyor tabi, zaten programda 1 saat.

Bunun dışında CNN Türk podcast konusunda oldukça iyi, neredeyse tüm programları podcast olarak mevcut. 5N1K, sabah haberleri ve tüm haber programları var. iTunes programını indirirseniz bu programlara ücretsiz erişebilirsiniz. Ayrıca CNN Türkün web sitesinde de podcast linki sol menüde bulunuyor.

Podcast konusunda merak ettikleriniz için bana yazabilirsiniz sevgili çocuklar. Adresim barış manço moda seksenbinbeşyüzüç istanbul.

esen kalın.

Pazartesi, Şubat 26, 2007

Komik bir anı

Televizyonda sorarlar ya "X bey, bize başınızdan geçen bir anınızı anlatırmısınız" diye. Nasıl da özenmişim keşke bana sorsalar da ben anlatsam diye. Sorulduğu zaman da insanın aklına gelmez, abuk sabuk bir anısını anlatır sanatçı. Ama ben hazırlıklıyım, ahan da şimdi sorsunlar dank diye anlatırım çünkü anı hazır. Neyse efendim olaylar şöyle gelişiyor:

Sene 2000, o zamanlar kongre organizasyonlarında çalışıyorum ve bu kongrelere konuşmacı olarak yurtdışından doktorlar geliyor. Yine böyle bir organizasyon içinde çırağanda kalp vakfının bir kongresi için yaklaşık 20 tane konuşmacı gelmiş yabancı. Kongre kapsamında bu adamların eğlendirilmesi falan da var, bizde aldık bunları bir tane yat ile boğazda gezdircez, sonra yat bir restorana yanaşcak yemek yiyecekler. Yatımız da kabataş iskelesinden motorların ilerisinden kalkıyor. En önde rehber arkadaşlar arada bizim konuşmacılar, en arkada ben kabataş sahilinde yatımıza doğru giderken, en arkadaki iki yabancı konuşmacı, üsküdar motorundaki çığırtkan arkadaş sayesinde, üsküdar motoruna atladı. Bayaa bindi içinde kayboldu. Yahu göz var izan var, yat var motor var. Dur napıyosun demeye kalmadan motor iskeleden ayrılmaya başladı. Son bir kuvvetle, ya sabır diyerek atladım motora. Bi yandan da bilet kesen adama anlatmaya çalışıyorum, bunlar turist yanlışlıkla bindiler falan diye. Neyse üsküdara doğru gidiyoruz ben de bir yandan bizim salak turistlerin yüzlerini hatırlamaya çalışıyorum. Bir tanesi Rus bi adamdı, yüzü tombulca ve bıyıklı. Adamı gördüm içeri oturmuş hemen koştum yanına ingilizce diyorum "eskuz mi this is not the right boat, we hev tu get aut" falan parçalıyorum ingilizce. Adam da demez mi "yav git gardaşım işine ne diyosun" diye. Meger adam türkmüş yani sadece bizim Rusa benzeyen Türk. Orda aklıma gelmedi değil turist numarasına yatmak, yani ben bi tek ingilizce biliyomuşum gibi. Ama yemedi pardon dedim kaçtım. Sonra adamları buldum dışarı oturmuşlar, gelin lan dedim buraya. İki tane çaktım ağızlarına. İçimden öyle geçirdim. Neyse ben bunları aldım yine ingilizce parçalıyarak durumu izah ettim. Bizim biletçi amcaya da dedim durum budur bizden para alma yanlışlık olmuş. Ben nerden bileyim o amca da macera arıyormuş "dur ben halletcem" dedi. Lan neyi hallediyon denizin ortasında, filika mı indircen. Bu sonra gitti kaptanın yanına, karşıdan üsküdardan gelen motor ile kafa kafaya yanaştı bunlar, bizde öbür motora geçtik ve kabataşa geri döndük. Bitti.

Çarşamba, Şubat 21, 2007

Avrupa'da çalışmak

Bugün bu konudan bahsetmek ve tecrübelerimi paylaşmak istiyorum. Eminim birçok insan can atıyordur, yurtdışında iş bulayım, hemen zengin olayım, parayı bulayım diye. Birincisi Avrupa'da çalışarak zengin olmak pek mümkün değil. Bizim bildiğimiz klasik anlamda zenginliği yine ticaret yapan insanlar elde ediyor. Yok ben IT sektoründe çalışırım, sonra müdür olurum, genel müdür olurum, turnayı gözünden vururum diyorsanız o ayrı. Ama teknik işlerde çalışıyorsanız, orta seviye bir maaş alırsınız. İşin güzelliği bundan sonra başlıyor. O orta düzeyde maaş size güzel bir yaşam sunuyor. Burada herkesin aldığı maaş aşağı yukarı aynı. Bir temizlikçi 1200 euro alıyorsa, bir sekreter 1400 gibi birşey alıyor, IT çalışanları 2000 e yakın alırken, proje yöneticileri 2300 euro + araba alıyor. Maaş yüksekdikçe hayvani vergiler biniyor üzerine. O yüzden herkesin yaşam standardı aşağı yukarı aynı seviyelere çekiliyor.

Neyse maaş konusunu bırakırsak bi kenara, çalışma ortamı nasıl:
* Fazla mesai oluyor ama kuruşuna kadar ödeniyor. Fazla mesailerin saat ücreti normal saat ücretinin yarısı + tatil şeklinde oluyor. Mesela 8 saat fazla mesai yaptın, 1 günlük izin ve yarım günlük maaş hesabına ekleniyor.
* Günlük çalışma saati 7.5 saat. Ben genelde 8-9 saat çalışıp fazla mesai biriktiriyorum.
* İnsanlar anlayışlı ve üzerinize baskı kurmuyor. Burhan abinin dediği gibi "arkadaş yönetici" tarzında bir anlayış var.
* En üst düzey insanlar bile yanınıza gelip havadan sudan muhabbet edebiliyor. Türkiyedeki yönetici çalışan arası protokol burda yok. Japon bir ülke müdürü ile samimiyetimiz artmıştı ve adam bana naber derken bir de tekme attı, o derece yani. İnsanlara ismi ile hitap ediyorsunuz. Nasılsınız Ahmet Bey gibi bir ifade yok, onun yerine hellooo Peter, how you doin tarzında yaklaşımlar daha genel. (Peter da genel müdürmüş mesela).
* Teşvik ediyorlar, bir işi düzgün yapınca üst düzey insanlar bile biliyor sizin yaptığınızı, kimse sizin işinizin üzerine yatmıyor.
* Herkesin arabası var.
* Belçikadaki aileler çocuklarına düşkün, okul tatillerinde izin kullanıp zamanlarını çocukları ile geçiriyorlar. Zaten ailelerde 2-3 çocuk çok normal.

Aklıma gelenler bunlar, soru sorarsanız cevaplarım...

Salı, Şubat 20, 2007

Sobelendim...

Evet bende eşim tarafından sobelendim, artık bazı gerçekleri ortaya dökmenin zamanı geldi:
* Sabırlıyım, bazen insanı delirtecek gerecek kadar sabırlıyım, ama içim kıpır kıpır olur bekleyemem velakin sabır tuhaf bişey kendimi resetleyip tekrar başa alıp bekliyorum.
* Haksızlığa karşı antipatim var. Başımı alır giderim, haksızlığa uğradıysam bi şekilde intikamım acı olur (peh peh).
* Bilgisayarları severim, bazen problemleri oluyor, çözünce o problemleri sanki onlara hükmediyormuşum gibi geliyor.
* Küresel ısınıyorum. Evde çok fazla ısıtma araçları kullanmıyorum, kocaman güneş var işi ne, ısıtsın.
* Feci şekilde kalem çeviririm, sağlı sollu atmalı tutmalı.
* Darbuka çalışıyorum 3 haftadır, şimdilerde göbek atacak kıvama geldi.
* itiraf.com okurum, bazen abartıp saatlerce. Bi tane program yaptım tüm itirafları cep telefonuma yükledim, bi yerde
beklerken hemen açıp okurum hiç acımam.
* Toyotada çalışıyorum, yazılım uzmanıyım illa velakin aslında makina mühendisiyim. Yüksek lisans tezimi "Sonlu elemanlar analizi ile bir standardın CAD yazılımı ile incelenmesi" konusunda yaptım. 2000 yılında "HTML nedir" türü bir kitap okuyarak başladığım yazılım konusunda halen ilerlemekteyim. (Ecemin bu konuda katkıları pek çoktur).
* Hurafeler inanmam ama korku filminden korkarım. En korktuğum şey küçük japon bir çocuğun ağzını açması ve öyle durmasıdır. Grunge filminden feci tırsarım.
* Sinema hastasıyım, gerek internetten gerek digiturk sinema paketinden çok film izlerim.
* Dizi hastasıyım. Lost, Heroes, 24, Dexter, Yaprak dökümü, avrupa yakası takip ederim.
* köpeğimiz var, golden.
* bilim teknik okurum, "evrende bu hafta ne olmus, hangi yıldız bulunmuş" takip ederim, "kuantum fiziğinden" bi bok anlamam.
* Birçok ünlüyü ve mankeni tanımam, ne giymişler ne yapıyorlar ilgilenmem, bayar beni.
* En sevdiğim şey yemek yerken avrupa yakası izlemektir. çifte kavrulmuş fındık etkisi yapar bende.
* Sağlıklı yaşamam, yaşayanıda sevmem. 1 saat koşup hayatımı 1 saat uzatacağıma, 1 saat tv izleyip cips yerim, zaten o uzamış hayatımda yapacaklarımı şimdiden yaparım.

Yaz yaz bitmiyor, belki sonra devam ederim (bugünün işini yarına bırakıp sonra unuturum)