Pazartesi, Mart 26, 2007

İyiki fırçaları almamışız

Gerçek kesit macerası yine. Evin erkeği eşini aldatmaktadır, ve sevgilisine tuttuğu evine boyacı yollamıştır. Boyacılar adresi kaybeder ve başka birinden öğrendikleri adrese yani adamın gerçek evine giderler. İşçi tulumları ve boyalar ellerinde kapıyı çalarlar. Tabi kadın şaşırmıştır, boyacı yanlış adrestedir. Boyacılara ben müsait değilim sonra gelin der. Buna sinirlenen boyacılar, "bütün günümüz öldü, iyi ki fırçaları almamışız" derler. Heralde doğru eve gelmiş olsalardı oturup kurabiye yiyeceklerdi.

Salı, Mart 20, 2007

Şişede bulut yapma deneyi

Dün akşam evde bir fizik deneyi gerçekleştirdim. Deneyimin amacı bir pet şişe içinde bulut yaparak küresel ısınmaya karşı yağmur yağdırmakdı. Sizde evlerinizde deneyebilirsiniz tabi büyüklerinizden yardım alarak. Bunun için kibrit ve içine çok az su konmuş 2 litrelik pet şişe gerekiyor. Kibritleri yakıyoruz ve hemen sonrasında başaşağı pet şişeye atıyoruz. Kapağını kapadıktan sonra çalkalıyoruz (yandan yandan). Şişeyi sıkmak suretiyle 5-6 kez basınç uyguluyoruz, hani derler ya alçak basınç oldu yüksek basınç oldu diye, o hesap. Sonra kapağını açıyoruz ve yoğun bulut kütlesini dışarıya salıyoruz. Benim yaptığım bulut önce eve doldu, biraz kraşş kraşş diye şimşekler eşliğinde yağmur yağdı, sonra göğe yükseldi. Şu an Gentte yağmur yağıyormuş, bilmiyorum artık. Isınan kürelerimizi soğutmada bir nebze katkım olduysa ne mutlu. Yoksa bu küresel ısınma belimize belimize vuracak haberiniz olsun.

Pazartesi, Mart 19, 2007

Brüksele kar yağdı

Tılsım Birka Brükselden bildiriyor,

Ayh sevgili okuyucular, bir anda nasıl oldu bilemedim, pencereye gidemedim, sevinçten elimi ayağımı nereye koyacağımı bilemedim.

Brüksele kar yağdı içim neşe doldu,
Arabaların içi dışı buz oldu,
Neylerki gönül kar yağınca kıpraşır,
Ağzım gözüm dondu, ayaklarım kar doldu.

Derler ey Tılsım, kar yağmış neylersin,
Deli gönül kuş olmuş uçacak yer arar dersin,
Birde gece don yapsa ne hoş olacak,
Gerisi boş ey dostlar ne olacak.

Teşekkür ederim ;=)

Gerçek nedir?

Googleda bunu arattığımda karşıma pekçok felsefe sitesi çıktı. Bende bu kendimi çok aşan konuda birşeyler söylemek istiyorum. Böylece o binlerce felsefe sitesinin arasında benim de buram buram felsefe kokan sitem girmiş olacak.

Gerçek nedir, şimdi bunu anlamak için eğitim hayatımızın en başında öğretilen tekniği kullanacağım. Yani cümle içinde kullanacağım: "Abi gerçekten bu gömlek seni açtı". Evet, örneğimizde gördüğümüz gibi gerçek, çok somut bir kavram olarak gözümüze çarpıyor. Gerçek bir gömlekdir. Tabi aranızdaki bazı şakacı arkadaşların "gömlek gerçekse, gömleksizoğlu soyuttur" dediğini duyar gibi oluyorum, ve hemen duymazdan geliyorum.

Felsefe olaylara pekçok açıdan bakmayı gerektirdiğinden şimdi olaya başka bir açıdan bakalım. Derler ki "Gerçekler acıdır, baklava tatlıdır, o zaman baklava gerçek değildir". Bu çok ünlü Türk felsefesinin temelleri Arap filozoflara dayanmaktadır (çünkü baklavadan bahsediliyor). O zamanlar baklava sadece kralların yediği bi naneydi, ve fakir halk için ulaşılamaz bir yiyecekdi. Hayat acılarla doluydu ve bir filozof dayanamayıp "gerçekler çok acı, keşke baklava olsa da yesek" diye bir laf söyledi, o laf bugünlere kadar değişe değişe bu şekilde gelmiştir.

Bazen hayatımızı durdurup bu felsefi konuları düşünmeliyiz. Bir otobüs şöförüne aniden sorun "Gerçek nedir?" diye, o hayatın haragüresine kaptırılmış kafası bir an "ben nerdeyim" sorusu ile dolacak ve "oradan geçmiyor" diye bir oto-cevap verecektir. Yada çok artistik bir şekilde "efendim gerçek siz umursamadığınızda bile var olandır" diyebilir.

Bu felsefi tartışmayı irdeleyen TV dizisi "Gerçek kesit" bu konuda pekçok bilgiyi izleyicilerine sunmakda, bu sorunun cevabını artık aramamamız gerektiğini anlatmakda.

Türkçe bilim-kurgu kitapları

Yazar Philip K. Dick, birçok eseri filme çevrilmiş, bakınız Total Recall, Bladerunner, Paycheck.

ubik (ubik/altıkırkbeş yayınları/haziran 2002)
alfa ayının kabileleri (clans of the alphane moon/metis yayınları/mayıs 2002)
albemuth özgür radyosu (radio free albemuth/altıkırkbeş yayınları/ekim 2001)
mars'ta zaman kayması (martian time-slip/altıkırkbeş yayınları/temmuz 2000)
suikastçı (solar lottery/sarmal yayınevi/ağustos 1999)
yüksek şatodaki adam (the man in the high castle/metis yayınları/temmuz 1999)
karanlığı taramak (a scanner darkly/altıkırkbeş yayınları/haziran 1998)
vulcan'ın çekici (vulcan’s hammer/metis yayınları/şubat 1998)
gökteki göz (eye in the sky/metis yayınları/haziran 1997)
dr. gelecek (dr.futurity/sarmal yayınevi/ocak 1997)
bıçak sırtı (blade runner/-/-)

Bir IT'cinin yoğun günü




Çok yoğun geçen projelerin arasında vakit bulup da böyle bir şey yazmak istiyordum. IT sektöründe işler genelde aşırı yoğun olur, başımızı kaşıyacak vakit bulamayız. Bakalım saat saat nasıl geçiyor günümüz:

8:00-8:30 Uyanma ve yola çıkış
9:30 İşe varış, park etme, ofise yürüme
9:30-10:00 Kurasanlı kahvaltı, çay
10:00-11:00 Mailleri kontrol, keyif ve muhabbet
11:00-11:30 Öğle yemeği hazılıkları, ısınma
11:30-11:45 Yemeğe gelecek kişilerin araması veya aranması
11:45-12:00 Yemeğe çıkış ve restorana ulaşma
12:00-13:30 Büyük yemek veya sandviç
13:30-14:30 Toyota etrafında turlama ve kahve içilmesi
14:30-15:00 Ofise dönüş ve maillerin kontrol edilmesi
15:00-16:00 Yarın yapılacakların planı, itiraf.com, eksisozluk sitelerinde bilimsel araştırma
16:00-16:10 Projelerden başını bile kaşıyamama
16:10-17:00 Dönüş hazırlıkları, evi arama, Türkiyedeki çeşitli akrabalar ile muhabbet.
17:00-17:01 Ofisden çıkış ve arabaya binme, otoparkdan çıkma
17:01-18:00 Trafik durumuna göre eve varış

İşte bu şekilde geçen bir gün sonrası tabi hakkımız olarak evde 'off amma yoruldum' diyerek ayaklarımızı uzatıyor ve televizyon izliyoruz. Eh bir de kahve fena olmaz doğrusu.

Pazar, Mart 11, 2007

Cuma, Mart 09, 2007

TV ve dizilerin etkileri

Kürşat Beşen istanbuldan bildiriyor:

Efendim merhabalar,

Bir dizi furyasıdır tutturulmuş gidiyor. Bu işin sonu nereye varacak. İnsanlar Lost severler, Herouscular, Prison Breakciler ve Yaprak dökümcüler olmak üzere kamplara ayrılmış durumdalar. Dün inanırmısınız Taksim istiklalde yürüyorum, insanlar başka birşey konuşmuyorlar. Yok avrupa yakasını gördün mü, Burhan nasıldı ama şöyleydi böyleydi. Avrupa birliği yolundaki Türkiye'mize hiç yakışmıyor. İşte Avrupa'da durum böyle değil. Amerikada televizyon izlemiyor insanlar. Avrupa'da zaten televizyon denen şey yok. İnsanlar işinde gücünde, çalışıyor çalışıyor çalışıyor. Bizim daha çoooook fırın ekmek yememiz lazım.

Yeni arkadaşlar: Kürşat ve Tılsım

Evet sevgili okuyucular, bundan sonra sizlere daha iyi hizmet sunabilmek için, Kürşat ve Tılsım'da bize (daha doğrusu bana) katılmış bulunuyorlar. Kürşat Beşen arkadaşımız İstanbulda ikamet etmekde ve Uluslararası ilişkiler uzmanı kendisi. Bize istanbuldan haberler sunacak tüm ciddiyetiyle. Tılsım Birka arkadaşımız ise Brükselde oturuyor, tek özelliği duygusal olması. Bize Belçika haberleri geçecek. Şimdiden kendilerini tebrik ediyorum ve başarılar diliyorum. Yazıların kime ait olduğunu en alttaki imzadan anlıyabileceğiz. Heralde gerek uslup gerek yazım stili ile kendilerinin farkındalığına vardıracaklar siz çok sevgili binlerce okuyucumuza.

Perşembe, Mart 08, 2007

Kitap, darbuka ve dün olanlar


.NET konusunda çalıştığım için dün Amazon.co.uk'den geçen hafta sipariş ettiğim kitabım geldi. Kitabı burda architect olarak çalışan bütün projelerden sorumlu Dimitri tavsiye etti. Oldukça sağlam bir kitap, programcıların kararsız kaldığı birçok konuya aydınlık getiriyor ve bazı şeyleri standartlaştırmanızı sağlıyor. Halen "properylerde büyük harf mı kullansam acaba?" diye düşünüyorsanız, veya daha büyük derin sorulardan biri olan "interface mi inheritance mı yoksa ikisini birden mi ve nasıl kullansam?" sorusuna da cevap getiriyor. Kitap tamamem "DO" ve "DONT" lardan oluşmuş.
Neyse onun dışında naptım dün, darbuka dersim vardı. 2 hafta önce çok abana abana çalışıyordum hem hocanın gözüne gireyim, yıldız öğrenci olayım, başarılı olayım diye, sonra hoca "acemilikde olur böyle abanarak çalmalar, biraz daha yavaş vurarak çal" diyince kendime geldim, efendi oldum. Bu hafta öyle tıngır mıngır ama çok da teknik çaldım. Bilek hareketlerini öğreniyorum, bu darbuka sırf bilek işi, kolları kımıldatmadan, sinsi gibi, bilekten çalmak gerekiyor, yoksa yoruluyorsun, hızlı ritm kayboluyor. Ama dünki ritmlerim ile yine göz doldurdum diyebilirim.
Bugünde sabah "hellomoto" diye alarm çalan telefonumun gücü beni uyandırmaya yetmedi. Güya 5.45 de kalkıyordum, ancak 8.30 da uyandım. Neyseki esnek çalışma saatlerimiz var, sakin sakin kalkıp köpeğimiz Shine ı biraz dışarı çıkardım, buz tutmuş çimler üzerinde biraz yuvarlandım, bahçenin ucunda yağmurdan oluşmuş gölde azcık yüzdüm, ördekleri kovaladım ve giyinip yola çıktım. Bu arada gerçektden öyle bir göl oluştu ve 2 tane olan ördekler, 3 tane oldu. Yeni ördeğimiz bembeyaz ve gaark gaark diye ses çıkarıyor. Sanırım yabancı ülkeden geldi ve flamanca öğreniyor.
Dün böyle idi, bakalım bugün beni ne maceralar bekliyor.

Salı, Mart 06, 2007

itiraf.com programı

Programcı olduğumu söylemiştim dimi. İş yerinde bazen çok canım sıkılıyor, açıp bir itiraf.com okumak istiyorum. En azından o gün yayınlanan itirafları. Ama kocaman da bir pencerede web sayfasını açmak istemiyorum. İşte buna bir çözüm buldum. Yaptığım küçük programcık itiraf.comdan aldığı sayfaları küçük bir pencerede gösteriyor. İstenildiğinde şeffaflaşan bu pencerecik, size "ben şu an çok meşkulum" havası da veriyor. Yalnız suratınızı asıklaştırın ve çok dıkkatli bir şekilde monitöre bakın. O zaman kimse sizi rahatsız etmez "konsantre olmuş bu" diye düşünürler.

Programın görüntüsü şöyle birşey:


Bu da şeffaf hali:

Tabi bu programı dağıtamıyorum, kendim için yapmış oldum yani. Copyright dolayısıyla. Ama derseniz ki "ekmek musaf çarpsın sadece ben kullancam", o zaman bir kopyasını vermeyi düşünebilirim.

Pazartesi, Mart 05, 2007

Olamıyacağımız meslekler

Küçükken (tıfılken) sorarlar ya büyüyünce ne olacaksın diye. Kimisi öğretmen, kimisi pilot, kimisi astronot olacaktı bizim zamanımızda. Ama idealist bir insansan, belli bir yaşa kadar halen o istediklerini olma şansın vardır. İlle velakin o olasılıklar gün geçtikçe azalır. Mesela 10 yaşına geldiğinde artık bir piyano virtüözü, veya usta bir patenci olamıycağın açıktır. Yaş 15 olduktan sonra zaten uzayı unut, astronot olamıycağını yaşadığın hayat tarzına bakarak aşağı yukarı anlarsın. Üniversitede sosyal bir bölüm kazandıktan sonra artık nükleer fizik camiasında tanınmış bir sima da olamıyacağını anlarsın. Belli bir kazmalığın var ise spor alanında, ünlü bir futbolcu olamıyacağında açıktır. Böyle hayallerin yıkıla yıkıla büyürsün.

Bana sormuşlardı küçükken ne olacaksın diye, gayet rahat makine mühendisi dediydim, ne idealistlik nasıl bir azimse, oldum sonra. İlkokuldan belliymiş.

Ama artık şu mesleklerde bir uzman olamıyacağını yavaş yavaş kendime kabul ettiriyorum (hala da umudum var):
* Doktor: Evet artık sanırım ben doktor olamam, çok uzun seneler okumam lazım, onu da finanse edemem. Hadi ettim diyelim 40 yaşında mezun olacağım, sonra pratisyenlik ile geçecek yıllarım, bunu da yapabileceğimi sanmıyorum.
* Astronot: Cem yılmazın bir lafı vardı astronot olmak isteyen gençlere, "şimdiden zıplamaya başla anca varırsın aya" diye. Zamanında zıplamaya başlamadık, o yüzden zannetmiyorum artık nasaya girebileceğimi. Hem zaten Nasa denen şey tamamen bir hristiyan klubü. Evet sırf bu yüzden olamam artık astronot.
* Makyaj uzmanı: Zaten olmak istemiyorum.
* F1 pilotu: Hala umudum var.
* Radyocu: Eski radyoları toplayıp, parçalarından yenilerini yapmak istiyorum. Radyo diyagramları bularak yapabilirim halen sanırım.
* Darbukatör: Çalışmalar devam ediyor.

Perşembe, Mart 01, 2007

CSI Miami

Bu diziye tilt olmaya başladım. Kardeşim herşeyde mi DNA ile çözülür ya. Mesela adam cinayet işlemeden önce afedersiniz geğirmiş olsun. Hemen bizim sarı kafa olay yerine gelip koku moleküllerini tüplere doldurup laboratuvara gönderir. Tüp içindeki havada dna da vardır, ayrıca ne yemek yediğini de havuç ve köfte DNA sından anlarlar. Hatta bu inek nerde kesilmiş, kim tarafından kıyma yapılmış onu da bulurlar. Etraftaki lokantalardan da köfte servisi kim yapmış falan derken adamı yakalarlar. Öööeeeeehhh yani.

Eskinden ne güzeldi, toplarsın bütün şüphelileri bir odaya, sen şu saatte nerdeydin cenıfır, sen niye o saatte şunu yaptın stiv falan derken sorgu ile bulurdun. Arada elektrik kesilir birileri bıçaklanır, şüpheli sayısı otomatik olarak azalırdı. İşte yine bir teknolojinin insanı yalnızlaştırması, laboratuarlara kapatması, sosyal bir şekilde muhabbetten uzaklaştırmasına tanık oluyoruz.

Benim izlediğim en güzel cinayet dizisi gerçek kesittir üzerine tanımam. Sarı bıyık abimizin müthiş performansı ile zirveye taşıdığı dizi halen oynamakda, takipçisiyim. Bazen doktor, bazen baba, bazen öğrenci olarak oynuyor adam, birde bence Holiwuda çok pis göndermeler laf sokuşturmalar var dizide. Yani adamlar eve girerken ayakkabılarını çıkarıyorlar, veya adam tuvalete gidebiliyor, ama ben hiç bi holiwud dizisinde görmedim ki gerçekde nasıl yaşadıklarına dair bir iz.

Sarı bıyık abimizin bir sahnesi ile sözlerimi noktalıyorum: Sarı bıyık doktor rolünde, elinde steteskop ile kızın kalbini dinlemektedir ve şöyle der: "yahu bu kız ölmüş".