Çarşamba, Aralık 19, 2007

TUS Sinav sorulari

Evet TUS'a girmeye karar verdim. Ama önce bir duşa giriyim.

Şimdi de muhteşem sorulardan biri:

4. Nervus oculomotorius içerisinde seyreden presinaptik parasempatik lifler aşağıdaki ganglionların hangisinde sinaps oluşturur?
A) Ganglion spinale
B) Ganglion oticum
C) Ganglion pterygopalatinum
D) Ganglion submandibulare
E) Ganglion ciliare

Bu soruyu önce anlamak lazım. Nervus dediği heralde sinir oluyor. Oculomorius da sanki motorla ilgili birşey. Refleks falan olabilir. presinaptik: sinaptik öncesi olurken, sinaptik nedir bilemiyorum. parasempatik, sempatik bir para olabilir, yada parametre. ganglion, aslanlarla ilgili olabilir. şıklarda ise pek çok ganglion sıralanmış. D şıkkını doğru buluyorum.

Cuma, Aralık 07, 2007

Işıklar kesildi...

Hatırlıyorum eskiden televizyonun yeni yeni çıktığı zamanlar, evdeki tek elektrikli aletler: Lambalar, radyo, buzdolabı ve televizyondu. O zaman büyüklerimiz elektrik kesintisi olduğu zaman, 'ışıklar kesildi/gitti' diyorlardı. Heralde kendi yaşadıkları zamanda tek elektrikli alet lamba olduğu için, sadece onunla ilişkilendirmişler. Hatta lüks lambası denirdi, şu bizim bildiğimiz, dandik çıplak lambaya. Florasan çıktığı zaman ekonomik olduğundan çok tutulmuştu, tüm okullar devlet daireleri florasan olmuştu. O yüzden soğuk bir havası vardır bence devlet dairelerinin.

Şimdi elektrik kesildiği zaman, televizyon, uydu, bilgisayar, internet, oyun konsolu, buzdolabı, bazen ısınma, ışık, çamaşır bulaşık makinesi, yani herşey gidiyor.

Salı, Aralık 04, 2007

Sonsuza kosan adam (running man)

Episode 1: Sonsuza kosan adam (Derin darbe)

Genç adam yağan yağmura aldırmadan sulara bata çıka minibüs durağına doğru koşuyordu. İşte o koşan adamdı. Göztepe hastane otobüs durağında son hamlesini yapıp hazırda bekleyen minibüse atladı. Gözü hiçbirşey görmüyordu. Gözlüklerindeki buğuları sildi, evet şimdi gözü biraz görüyordu. Arka sıralarda tombulca bir bayanın yanına sıkıştı.

Minibüs ne de sıcaktı. Gözlüklerindeki buğular geçince şöyle bir etrafına baktı. Ne güzel giyinmiş insanlar diye içinden geçirdi. Maşallah herkes takım elbisesi ile efendi efendi oturuyordu. "Tabi ya gireriz" diye geçirdi içinden. "Baksana ne medeni bir toplum olmuşuz, avrupa birliğine rahat gireriz" diye de ekledi, gaza gelerek.

"Avrupa, özgürlük, medeniyet" diye sayıklarken gözüne minibüsün ön tarafındaki küçük bir tabela ilişti. Tabela tabi dışarı doğruydu. "Kadıköy değil mi lan bu yoksa" diye tabeladaki yazıyı okumaya çalıştı. Tabelada ters bir şekilde "denizbank" yazıyordu. "Lan yoksa" diye yine düşüncelere daldı. Yanında cam kenarında oturan 50li yaşlardaki beye doğru bir göz attı. "Muhasebeci tipi var bunda" diye düşünürken bir şimşek çaktı. Yağmur iyice hızlanmıştı. Ardından da gök gürültüsü.

Yanındaki beye bakarken, adamda ona bakınca tebessüm etti. Adam da aynı şekilde karşılık verince, genç adam "kadıköy değil mi bu?" diye sordu. Adam "Tabi kadıköy şubesi" dedi. "Ne şubesi?" diye sorunca, adam "sen stajyersin galiba, baksana mal gibi giyinmişsin" dedi. Gayri ihtiyari gülümsedi, ne olduğunu anlayamadı. "Efendim galiba avrupa birliğine giriyoruz, bakınız herkes artık takım elbiseler ile" diyerek konuyu değiştirmeye çalıştı.

Sonra yavaş yavaş bazı şeyleri anlamaya başladı. "Pardon acaba bu şirket servisi mi?" diye diğer yanındaki bayana sordu. "Evet" cevabını alınca:
- Yaa demek öyle, dedi.

Kadın,
- Ya sen ne sanmıştım yiğidim, dedi.

Kahramanımız artık iyice bozulmuş yavaş yavaş yerinden kalkıp öne doğru yürümeye başlamıştı. O koşan adamdı, ama artık tırt adam olmuştu. Zaten kadıköye gelmiş olan minibüsden, stajyer edası ile şöföre iyi günler dileyerek indi. Eklemeyi de ihmal etmedi "stajımın ilk günü abi, yarın kaçta alırsın?" diyerek bozuntuya vermemeye çalıştı.
-Yarın pazar deliganlu, cevabı ile yine koşan adam moduna geçti.

Cuma, Ekim 26, 2007

Yeni bir yazilim

Bugun bir program yukledim, asagida onun reklami var, bu program ile blog yazmak sanirim daha kolay olacak. Windows programi.


I have installed an interesting application - BlogJet. It's a cool Windows client for my blog tool (as well as for other tools). Get your copy here: http://blogjet.com


"Computers are incredibly fast, accurate and stupid; humans are incredibly slow, inaccurate and brilliant; together they are powerful beyond imagination." -- Albert Einstein

Çarşamba, Ekim 24, 2007

Death Note


Şu sıralar çok sıkı takipçisiyim bir Manganın. Daha doğrusu anime. Japon çizgi filmlerine anime deniyormuş, manga çizgi roman üreten bir firmanın ismiymiş.

Neyse, bu 'Death Note' denen anime, çok sağlam bir polisiye. İlk sezonunu izliyorum ve 37 bölüm. www.animemadness.org adresinden türkçe altyazıları gömülü şekilde indirebilirsiniz. Ben regamers.com sitesinden indirdim, PMP formatında. Daha çok Playstation portable da izliyorum, bu format da ona uyumlu. Ama PC dende izlenebiliyor, GOM player yüklemeniz lazım.

Konusuna gelince, her zaman japon animelerde olduğu gibi baş kahramanımız bir lise öğrencisi. Bir gün bir defter bulur, defterin üzerinde ingilizce olarak Death Note yazmaktadır ve defterin ilk sayfalarında bazı kurallar vardır. İlk kural death note a ismi yazılan kişi ölür.

Yani deftere ismini yazdığınız kişi ölüyor. Ölüm şeklini de yazabiliyorsunuz. Yalnız o kişinin suratını ve gerçek ismini bilmeniz lazım. Yani aynı isimdeki herkes ölmüyor. Ölüm şekli verilmez ise kalp krizi geçirerek ölüyor. Aynı şekilde yazılan ölüm şekli imkansız ise yine kalp krizi. İsmi yazdıktan 40 saniye sonra ölüm gerçekleşiyor. Ve kahramanımız 1-2 denemeden sonra defterin gerçek olduğunu anlıyor ve ölümler de başlıyor. Bir başladımı bırakamıyacağız bir anime, boş vaktiniz olduğuna emin olup başlayın :=)

Ayrıca filmi de çevrilmiş ama animeyi tavsiye ederim.

Salı, Ekim 23, 2007

Ülke gerçeği

Satr ne demiş, başkaları cehennemdir. İnsanlar toplumun yargıları ile şekillenirler. Birisine huysuz diyorsak, herkesin onu huysuz bulması yüzündendir. Ama kişi toplumdan soyutlanmış bir şekilde tanımlanamaz. Hangi özelliğinizi bu şekilde tanımlayabilirsiniz. Bulmaya çalışalım. Ben çalışkan bir insanım diyorsa birisi, diğer insanlar onu çalışkan olarak tanımladıkları içindir. Çalışkan olmanın kıyası nedir. Kime göre çalışkansın. Japonyada 12 saat mesai yapan insanların arasında kalsan, sen 10 saat çalışıyorsan, o toplumda tembel olmaz mısın?

Şimdi bunu genişletirsek, bir ülke de diğer ülkelerin ona yakıştırdığı sıfatlar ile anılır. Bu durumda en güçlü ülke bizi ne şekilde tanımlıyorsa o oluyoruz. Bu da aldatmacanın en büyük ayağı. En büyük ülke diğer herkese, bunlar çok saldırgan, bunların başını ezmek lazım derse, diğerleri de evet çok saldırgan bunlar demek durumunda kalırsa, o zaman bir anda terorist ülke konumuna düşebilirsiniz. O yüzden ben diyorum ki, hiçbir insanı o insanın kendisi olmadan tanıma olasılığımız olmadığı gibi, hiçbir ülkeyi de o ülkenin vatandaşı olmadan tanıma şansımız yok. İnanmıyorum o yüzden diğer ülkeler hakkında yapılan yorumlara. E ne mi yapıyorum, oturup çayımı içip dizimi izliyorum, bu muhabbetler nereye kadar gitcek görcez. Yaprak dökümü de nasıl bomba gibi ilerliyor bu sezon, dadından yenmiyo.

Belçika günlüğü bitmiştir

Farkettim de Belçika ile ilgili hiçbirşey yok benim blogda. Ama google dan pek çok belçika linki aldığımı farkettim ve farketmem ile bu ismi vermem bir oldu. Alternatif isimler de vardı:
- Köpeğimin mama kokusu.
- Tusubasa lisesi futbol takımı.
- Duygusal çökerim.
- Bir alana bir bedava.
- Yaratıcılık sürecinde karnımı ağrıtanlar.
- Serzeniş-i hukuk ve mücadele.

Pazartesi, Ekim 22, 2007

2 sene once esimle yaptigimiz bir stop motion, sonra nedense hic yapmadik, guzel de olmustu:


reklamlar

lavaaasss gerriiii, lavaasss gerii, mis gibii yummusaccikk lavasss gerii.

Bir A4 kagidinin genisligi 210 mm ise, bir A4 ile kac tane tost sarilabilir? Bilinmez, cok bilinmeyenli bir denkleme kadar gider bu.

Çarşamba, Ekim 17, 2007

Seyahat Rehberi

http://wikitravel.org/en/Istanbul

dunyadaki butun sehirler var nerdeyse.

asagidada istanbulda yolculuk ile ilgili kisim, dolmusdan inme kismina dikkat :)

Travel By shared taxi
Dolmus (Turkish: "it's full") is a shared taxi, travelling on a fixed route, which costs more than a city autobus but less than a normal taxi. They can carry up to 8 passengers. They are easy to recognize, because they also have the yellow painting as taxis and carry a Dolmus sign on its top. They will only start driving when all eight places are filled, which is also where the name derives from.
The main and most important routes for Dolmuses are :
Taksim - Eminonu (Taksim stop, near the Ataturk Cultural Center, in Taksim square)
Taksim - Kadiköy
Taksim - Aksaray (Taksim stop, Tarlabasi Avenue, close to Taksim square)
Kadikoy - Bostanci (Bostanci stop, in front of the Bostanci ferry port)
Taksim - Tesvikiye (Taksim stop, in front of Patisserie Gezi, in Taksim square)
Besiktas - Nisantasi (Besiktas stop, in front of the Besiktas - Uskudar ferry port)
If you want the driver to make a stop, you can say Inecek var.(EE-neh-djek war!) (Someone's getting out.) or Müsait yerde.(mU-sa-EEt yer-deh.) (At a convenient spot.).

Çarşamba, Haziran 20, 2007

47 derece sicakliklar, trafik durumu ve gunumuzde hedehodo

Baya olmus yazmayali, hayran telefonlarindan ve maillerinden, asiri ilgiden dolayi tekrar yazmam gerektigine karar verdim.

Antalya 47 dereceymis, oha. Istanbul trafiginde de sabahlari acik olan tek hat, Heybeli adadaymis.

Kisa kisa neler oldugunu ozetlersen son aylarda:

  • LCD televizyon aldik, cok buyuk gorunuyor simdilik, ama zamanla ceker dedi satici.
  • Playstation 1 vardi evde oyle duran, gecenlerde taktim oynamak icin, oyunlari meger ne dandikmis, hemen kapadim aklimda kalan guzel imajini bozmamak icin playstationin.
  • Illa esprili yazi yazcam diye bir kaide olmadigina kanaat getirdim, yazmak icinde yazilabilir diye dusunuyorum bilmiyorum.
  • Araba degisti oldu mu sana Auris.
  • Haftada 3 gun banyo yapip her gun saclarimi yikamaya karar verdim, sonra 2 gun saclarimi yikamayinca eski tas eski hamam devam ediyim dedim.
  • Kopegimiz asiri bir sekilde tuy dokmeye basladi, benim sinirler binbesyuz olunca esim kopek tuyu temizligine basladi.
  • Eglenceye daha fazla vakit ayirmaya karar verdim, sonra 2 tane tugla kalinliginda kitap siparisi verince bir sure daha ayni tempoda devam ediyim dedim.
  • Elimdeki tugla kalinliginda olan 2 kitabi (aldiklarimdan haric) bitirmeye karar verdim, 200 sayfa okudukdan sonra 1500 sayfa kaldigini hesaplayinca dunyadan sogudum.
  • Dunyanin en hizli ucagi yapilmis, sesden 15 kat hizli gidiyormus, bu bilgiyi muhabbetlerime katmayi denedim ama sonrasi gelmedi, kisir bir muhabbet oldu, "vay be cok iyiymis o zaman amerika 1 saat desene", "ya oyle hatta yarim saatmis", "peh peh vay vay" dan ileriye gitmedi konusmalar.
  • Etrafimda dolanan spor geyiklerine katilamadigim gibi simdi de secim geyikleri basladi. Ben mi cok onemsemiyorum yoksa bu konular mi cok onemli, herkes bunlari konusuyor. Basliycam siyasetinize ha diyorum burdan.
  • 5 sene sonra Turkiyeye donsek mi diye dusunur olduk, turkiye hayalleri kurmaya basladim, neyseki 10 agustosda 2 hafta vatanimdayim, biraz hayallerimi gerceklestircem. hayal dediysek bira, kokorec ve turk yemekleri, arkadaslar falan.
  • Gozlerimi cizdirmeye karar verdim, Allah utandirmasin, baska yerlerimi cizdirmeme muhtac birakmasin, Amin.
  • Saglik turizmi yapmaya karar verdim ama ben yanlis anlamisim havaalaninda 30 kilo viagra ile yakalandim, halbusi ne guzel para kazancaktim.
  • Flamanca kursunu birakmaya karar verdik, zaten cok uyduruk bir isim gibi duruyor, aman bosver flamanca iste der gibi. Zaten o yuzden "hollandaca" ogreniyorum diyorum.
  • Birazdan isten cikip eve gitmeye karar verdim....

Pazartesi, Mart 26, 2007

İyiki fırçaları almamışız

Gerçek kesit macerası yine. Evin erkeği eşini aldatmaktadır, ve sevgilisine tuttuğu evine boyacı yollamıştır. Boyacılar adresi kaybeder ve başka birinden öğrendikleri adrese yani adamın gerçek evine giderler. İşçi tulumları ve boyalar ellerinde kapıyı çalarlar. Tabi kadın şaşırmıştır, boyacı yanlış adrestedir. Boyacılara ben müsait değilim sonra gelin der. Buna sinirlenen boyacılar, "bütün günümüz öldü, iyi ki fırçaları almamışız" derler. Heralde doğru eve gelmiş olsalardı oturup kurabiye yiyeceklerdi.

Salı, Mart 20, 2007

Şişede bulut yapma deneyi

Dün akşam evde bir fizik deneyi gerçekleştirdim. Deneyimin amacı bir pet şişe içinde bulut yaparak küresel ısınmaya karşı yağmur yağdırmakdı. Sizde evlerinizde deneyebilirsiniz tabi büyüklerinizden yardım alarak. Bunun için kibrit ve içine çok az su konmuş 2 litrelik pet şişe gerekiyor. Kibritleri yakıyoruz ve hemen sonrasında başaşağı pet şişeye atıyoruz. Kapağını kapadıktan sonra çalkalıyoruz (yandan yandan). Şişeyi sıkmak suretiyle 5-6 kez basınç uyguluyoruz, hani derler ya alçak basınç oldu yüksek basınç oldu diye, o hesap. Sonra kapağını açıyoruz ve yoğun bulut kütlesini dışarıya salıyoruz. Benim yaptığım bulut önce eve doldu, biraz kraşş kraşş diye şimşekler eşliğinde yağmur yağdı, sonra göğe yükseldi. Şu an Gentte yağmur yağıyormuş, bilmiyorum artık. Isınan kürelerimizi soğutmada bir nebze katkım olduysa ne mutlu. Yoksa bu küresel ısınma belimize belimize vuracak haberiniz olsun.

Pazartesi, Mart 19, 2007

Brüksele kar yağdı

Tılsım Birka Brükselden bildiriyor,

Ayh sevgili okuyucular, bir anda nasıl oldu bilemedim, pencereye gidemedim, sevinçten elimi ayağımı nereye koyacağımı bilemedim.

Brüksele kar yağdı içim neşe doldu,
Arabaların içi dışı buz oldu,
Neylerki gönül kar yağınca kıpraşır,
Ağzım gözüm dondu, ayaklarım kar doldu.

Derler ey Tılsım, kar yağmış neylersin,
Deli gönül kuş olmuş uçacak yer arar dersin,
Birde gece don yapsa ne hoş olacak,
Gerisi boş ey dostlar ne olacak.

Teşekkür ederim ;=)

Gerçek nedir?

Googleda bunu arattığımda karşıma pekçok felsefe sitesi çıktı. Bende bu kendimi çok aşan konuda birşeyler söylemek istiyorum. Böylece o binlerce felsefe sitesinin arasında benim de buram buram felsefe kokan sitem girmiş olacak.

Gerçek nedir, şimdi bunu anlamak için eğitim hayatımızın en başında öğretilen tekniği kullanacağım. Yani cümle içinde kullanacağım: "Abi gerçekten bu gömlek seni açtı". Evet, örneğimizde gördüğümüz gibi gerçek, çok somut bir kavram olarak gözümüze çarpıyor. Gerçek bir gömlekdir. Tabi aranızdaki bazı şakacı arkadaşların "gömlek gerçekse, gömleksizoğlu soyuttur" dediğini duyar gibi oluyorum, ve hemen duymazdan geliyorum.

Felsefe olaylara pekçok açıdan bakmayı gerektirdiğinden şimdi olaya başka bir açıdan bakalım. Derler ki "Gerçekler acıdır, baklava tatlıdır, o zaman baklava gerçek değildir". Bu çok ünlü Türk felsefesinin temelleri Arap filozoflara dayanmaktadır (çünkü baklavadan bahsediliyor). O zamanlar baklava sadece kralların yediği bi naneydi, ve fakir halk için ulaşılamaz bir yiyecekdi. Hayat acılarla doluydu ve bir filozof dayanamayıp "gerçekler çok acı, keşke baklava olsa da yesek" diye bir laf söyledi, o laf bugünlere kadar değişe değişe bu şekilde gelmiştir.

Bazen hayatımızı durdurup bu felsefi konuları düşünmeliyiz. Bir otobüs şöförüne aniden sorun "Gerçek nedir?" diye, o hayatın haragüresine kaptırılmış kafası bir an "ben nerdeyim" sorusu ile dolacak ve "oradan geçmiyor" diye bir oto-cevap verecektir. Yada çok artistik bir şekilde "efendim gerçek siz umursamadığınızda bile var olandır" diyebilir.

Bu felsefi tartışmayı irdeleyen TV dizisi "Gerçek kesit" bu konuda pekçok bilgiyi izleyicilerine sunmakda, bu sorunun cevabını artık aramamamız gerektiğini anlatmakda.

Türkçe bilim-kurgu kitapları

Yazar Philip K. Dick, birçok eseri filme çevrilmiş, bakınız Total Recall, Bladerunner, Paycheck.

ubik (ubik/altıkırkbeş yayınları/haziran 2002)
alfa ayının kabileleri (clans of the alphane moon/metis yayınları/mayıs 2002)
albemuth özgür radyosu (radio free albemuth/altıkırkbeş yayınları/ekim 2001)
mars'ta zaman kayması (martian time-slip/altıkırkbeş yayınları/temmuz 2000)
suikastçı (solar lottery/sarmal yayınevi/ağustos 1999)
yüksek şatodaki adam (the man in the high castle/metis yayınları/temmuz 1999)
karanlığı taramak (a scanner darkly/altıkırkbeş yayınları/haziran 1998)
vulcan'ın çekici (vulcan’s hammer/metis yayınları/şubat 1998)
gökteki göz (eye in the sky/metis yayınları/haziran 1997)
dr. gelecek (dr.futurity/sarmal yayınevi/ocak 1997)
bıçak sırtı (blade runner/-/-)

Bir IT'cinin yoğun günü




Çok yoğun geçen projelerin arasında vakit bulup da böyle bir şey yazmak istiyordum. IT sektöründe işler genelde aşırı yoğun olur, başımızı kaşıyacak vakit bulamayız. Bakalım saat saat nasıl geçiyor günümüz:

8:00-8:30 Uyanma ve yola çıkış
9:30 İşe varış, park etme, ofise yürüme
9:30-10:00 Kurasanlı kahvaltı, çay
10:00-11:00 Mailleri kontrol, keyif ve muhabbet
11:00-11:30 Öğle yemeği hazılıkları, ısınma
11:30-11:45 Yemeğe gelecek kişilerin araması veya aranması
11:45-12:00 Yemeğe çıkış ve restorana ulaşma
12:00-13:30 Büyük yemek veya sandviç
13:30-14:30 Toyota etrafında turlama ve kahve içilmesi
14:30-15:00 Ofise dönüş ve maillerin kontrol edilmesi
15:00-16:00 Yarın yapılacakların planı, itiraf.com, eksisozluk sitelerinde bilimsel araştırma
16:00-16:10 Projelerden başını bile kaşıyamama
16:10-17:00 Dönüş hazırlıkları, evi arama, Türkiyedeki çeşitli akrabalar ile muhabbet.
17:00-17:01 Ofisden çıkış ve arabaya binme, otoparkdan çıkma
17:01-18:00 Trafik durumuna göre eve varış

İşte bu şekilde geçen bir gün sonrası tabi hakkımız olarak evde 'off amma yoruldum' diyerek ayaklarımızı uzatıyor ve televizyon izliyoruz. Eh bir de kahve fena olmaz doğrusu.

Pazar, Mart 11, 2007

Cuma, Mart 09, 2007

TV ve dizilerin etkileri

Kürşat Beşen istanbuldan bildiriyor:

Efendim merhabalar,

Bir dizi furyasıdır tutturulmuş gidiyor. Bu işin sonu nereye varacak. İnsanlar Lost severler, Herouscular, Prison Breakciler ve Yaprak dökümcüler olmak üzere kamplara ayrılmış durumdalar. Dün inanırmısınız Taksim istiklalde yürüyorum, insanlar başka birşey konuşmuyorlar. Yok avrupa yakasını gördün mü, Burhan nasıldı ama şöyleydi böyleydi. Avrupa birliği yolundaki Türkiye'mize hiç yakışmıyor. İşte Avrupa'da durum böyle değil. Amerikada televizyon izlemiyor insanlar. Avrupa'da zaten televizyon denen şey yok. İnsanlar işinde gücünde, çalışıyor çalışıyor çalışıyor. Bizim daha çoooook fırın ekmek yememiz lazım.

Yeni arkadaşlar: Kürşat ve Tılsım

Evet sevgili okuyucular, bundan sonra sizlere daha iyi hizmet sunabilmek için, Kürşat ve Tılsım'da bize (daha doğrusu bana) katılmış bulunuyorlar. Kürşat Beşen arkadaşımız İstanbulda ikamet etmekde ve Uluslararası ilişkiler uzmanı kendisi. Bize istanbuldan haberler sunacak tüm ciddiyetiyle. Tılsım Birka arkadaşımız ise Brükselde oturuyor, tek özelliği duygusal olması. Bize Belçika haberleri geçecek. Şimdiden kendilerini tebrik ediyorum ve başarılar diliyorum. Yazıların kime ait olduğunu en alttaki imzadan anlıyabileceğiz. Heralde gerek uslup gerek yazım stili ile kendilerinin farkındalığına vardıracaklar siz çok sevgili binlerce okuyucumuza.

Perşembe, Mart 08, 2007

Kitap, darbuka ve dün olanlar


.NET konusunda çalıştığım için dün Amazon.co.uk'den geçen hafta sipariş ettiğim kitabım geldi. Kitabı burda architect olarak çalışan bütün projelerden sorumlu Dimitri tavsiye etti. Oldukça sağlam bir kitap, programcıların kararsız kaldığı birçok konuya aydınlık getiriyor ve bazı şeyleri standartlaştırmanızı sağlıyor. Halen "properylerde büyük harf mı kullansam acaba?" diye düşünüyorsanız, veya daha büyük derin sorulardan biri olan "interface mi inheritance mı yoksa ikisini birden mi ve nasıl kullansam?" sorusuna da cevap getiriyor. Kitap tamamem "DO" ve "DONT" lardan oluşmuş.
Neyse onun dışında naptım dün, darbuka dersim vardı. 2 hafta önce çok abana abana çalışıyordum hem hocanın gözüne gireyim, yıldız öğrenci olayım, başarılı olayım diye, sonra hoca "acemilikde olur böyle abanarak çalmalar, biraz daha yavaş vurarak çal" diyince kendime geldim, efendi oldum. Bu hafta öyle tıngır mıngır ama çok da teknik çaldım. Bilek hareketlerini öğreniyorum, bu darbuka sırf bilek işi, kolları kımıldatmadan, sinsi gibi, bilekten çalmak gerekiyor, yoksa yoruluyorsun, hızlı ritm kayboluyor. Ama dünki ritmlerim ile yine göz doldurdum diyebilirim.
Bugünde sabah "hellomoto" diye alarm çalan telefonumun gücü beni uyandırmaya yetmedi. Güya 5.45 de kalkıyordum, ancak 8.30 da uyandım. Neyseki esnek çalışma saatlerimiz var, sakin sakin kalkıp köpeğimiz Shine ı biraz dışarı çıkardım, buz tutmuş çimler üzerinde biraz yuvarlandım, bahçenin ucunda yağmurdan oluşmuş gölde azcık yüzdüm, ördekleri kovaladım ve giyinip yola çıktım. Bu arada gerçektden öyle bir göl oluştu ve 2 tane olan ördekler, 3 tane oldu. Yeni ördeğimiz bembeyaz ve gaark gaark diye ses çıkarıyor. Sanırım yabancı ülkeden geldi ve flamanca öğreniyor.
Dün böyle idi, bakalım bugün beni ne maceralar bekliyor.

Salı, Mart 06, 2007

itiraf.com programı

Programcı olduğumu söylemiştim dimi. İş yerinde bazen çok canım sıkılıyor, açıp bir itiraf.com okumak istiyorum. En azından o gün yayınlanan itirafları. Ama kocaman da bir pencerede web sayfasını açmak istemiyorum. İşte buna bir çözüm buldum. Yaptığım küçük programcık itiraf.comdan aldığı sayfaları küçük bir pencerede gösteriyor. İstenildiğinde şeffaflaşan bu pencerecik, size "ben şu an çok meşkulum" havası da veriyor. Yalnız suratınızı asıklaştırın ve çok dıkkatli bir şekilde monitöre bakın. O zaman kimse sizi rahatsız etmez "konsantre olmuş bu" diye düşünürler.

Programın görüntüsü şöyle birşey:


Bu da şeffaf hali:

Tabi bu programı dağıtamıyorum, kendim için yapmış oldum yani. Copyright dolayısıyla. Ama derseniz ki "ekmek musaf çarpsın sadece ben kullancam", o zaman bir kopyasını vermeyi düşünebilirim.

Pazartesi, Mart 05, 2007

Olamıyacağımız meslekler

Küçükken (tıfılken) sorarlar ya büyüyünce ne olacaksın diye. Kimisi öğretmen, kimisi pilot, kimisi astronot olacaktı bizim zamanımızda. Ama idealist bir insansan, belli bir yaşa kadar halen o istediklerini olma şansın vardır. İlle velakin o olasılıklar gün geçtikçe azalır. Mesela 10 yaşına geldiğinde artık bir piyano virtüözü, veya usta bir patenci olamıycağın açıktır. Yaş 15 olduktan sonra zaten uzayı unut, astronot olamıycağını yaşadığın hayat tarzına bakarak aşağı yukarı anlarsın. Üniversitede sosyal bir bölüm kazandıktan sonra artık nükleer fizik camiasında tanınmış bir sima da olamıyacağını anlarsın. Belli bir kazmalığın var ise spor alanında, ünlü bir futbolcu olamıyacağında açıktır. Böyle hayallerin yıkıla yıkıla büyürsün.

Bana sormuşlardı küçükken ne olacaksın diye, gayet rahat makine mühendisi dediydim, ne idealistlik nasıl bir azimse, oldum sonra. İlkokuldan belliymiş.

Ama artık şu mesleklerde bir uzman olamıyacağını yavaş yavaş kendime kabul ettiriyorum (hala da umudum var):
* Doktor: Evet artık sanırım ben doktor olamam, çok uzun seneler okumam lazım, onu da finanse edemem. Hadi ettim diyelim 40 yaşında mezun olacağım, sonra pratisyenlik ile geçecek yıllarım, bunu da yapabileceğimi sanmıyorum.
* Astronot: Cem yılmazın bir lafı vardı astronot olmak isteyen gençlere, "şimdiden zıplamaya başla anca varırsın aya" diye. Zamanında zıplamaya başlamadık, o yüzden zannetmiyorum artık nasaya girebileceğimi. Hem zaten Nasa denen şey tamamen bir hristiyan klubü. Evet sırf bu yüzden olamam artık astronot.
* Makyaj uzmanı: Zaten olmak istemiyorum.
* F1 pilotu: Hala umudum var.
* Radyocu: Eski radyoları toplayıp, parçalarından yenilerini yapmak istiyorum. Radyo diyagramları bularak yapabilirim halen sanırım.
* Darbukatör: Çalışmalar devam ediyor.

Perşembe, Mart 01, 2007

CSI Miami

Bu diziye tilt olmaya başladım. Kardeşim herşeyde mi DNA ile çözülür ya. Mesela adam cinayet işlemeden önce afedersiniz geğirmiş olsun. Hemen bizim sarı kafa olay yerine gelip koku moleküllerini tüplere doldurup laboratuvara gönderir. Tüp içindeki havada dna da vardır, ayrıca ne yemek yediğini de havuç ve köfte DNA sından anlarlar. Hatta bu inek nerde kesilmiş, kim tarafından kıyma yapılmış onu da bulurlar. Etraftaki lokantalardan da köfte servisi kim yapmış falan derken adamı yakalarlar. Öööeeeeehhh yani.

Eskinden ne güzeldi, toplarsın bütün şüphelileri bir odaya, sen şu saatte nerdeydin cenıfır, sen niye o saatte şunu yaptın stiv falan derken sorgu ile bulurdun. Arada elektrik kesilir birileri bıçaklanır, şüpheli sayısı otomatik olarak azalırdı. İşte yine bir teknolojinin insanı yalnızlaştırması, laboratuarlara kapatması, sosyal bir şekilde muhabbetten uzaklaştırmasına tanık oluyoruz.

Benim izlediğim en güzel cinayet dizisi gerçek kesittir üzerine tanımam. Sarı bıyık abimizin müthiş performansı ile zirveye taşıdığı dizi halen oynamakda, takipçisiyim. Bazen doktor, bazen baba, bazen öğrenci olarak oynuyor adam, birde bence Holiwuda çok pis göndermeler laf sokuşturmalar var dizide. Yani adamlar eve girerken ayakkabılarını çıkarıyorlar, veya adam tuvalete gidebiliyor, ama ben hiç bi holiwud dizisinde görmedim ki gerçekde nasıl yaşadıklarına dair bir iz.

Sarı bıyık abimizin bir sahnesi ile sözlerimi noktalıyorum: Sarı bıyık doktor rolünde, elinde steteskop ile kızın kalbini dinlemektedir ve şöyle der: "yahu bu kız ölmüş".

Salı, Şubat 27, 2007

Podcast olayı

Yaklaşık 3 haftadır fena sardırmış durumdayım poscaste.

Poscast nedir?

Podcast, radyo yayınlarının veya televizyon programlarının ses dosyası olarak internette sunulmasıdır. Ama bu sunulma iTunes üzerinden yapıldığı zaman size pek çok avantaj sağlıyor. Bu yayınlara üye olabiliyorsunuz ve yeni episodelar otomatik olarak yükleniyor.

Benim bir tane 512 mblık ipod shuffle'ım var, ve daha mp3 dinlemişliğim yok onda, hep podcast dinliyorum. Genelde Radyo ODTÜ programı olan "Modern sabahlar"ı dinliyorum. Hatta her sabah arabada dinliyorum diyebilirim. Gent de oturup da Brükselde çalışınca 1 saatlik bir yolculuk oluyor tabi, zaten programda 1 saat.

Bunun dışında CNN Türk podcast konusunda oldukça iyi, neredeyse tüm programları podcast olarak mevcut. 5N1K, sabah haberleri ve tüm haber programları var. iTunes programını indirirseniz bu programlara ücretsiz erişebilirsiniz. Ayrıca CNN Türkün web sitesinde de podcast linki sol menüde bulunuyor.

Podcast konusunda merak ettikleriniz için bana yazabilirsiniz sevgili çocuklar. Adresim barış manço moda seksenbinbeşyüzüç istanbul.

esen kalın.

Pazartesi, Şubat 26, 2007

Komik bir anı

Televizyonda sorarlar ya "X bey, bize başınızdan geçen bir anınızı anlatırmısınız" diye. Nasıl da özenmişim keşke bana sorsalar da ben anlatsam diye. Sorulduğu zaman da insanın aklına gelmez, abuk sabuk bir anısını anlatır sanatçı. Ama ben hazırlıklıyım, ahan da şimdi sorsunlar dank diye anlatırım çünkü anı hazır. Neyse efendim olaylar şöyle gelişiyor:

Sene 2000, o zamanlar kongre organizasyonlarında çalışıyorum ve bu kongrelere konuşmacı olarak yurtdışından doktorlar geliyor. Yine böyle bir organizasyon içinde çırağanda kalp vakfının bir kongresi için yaklaşık 20 tane konuşmacı gelmiş yabancı. Kongre kapsamında bu adamların eğlendirilmesi falan da var, bizde aldık bunları bir tane yat ile boğazda gezdircez, sonra yat bir restorana yanaşcak yemek yiyecekler. Yatımız da kabataş iskelesinden motorların ilerisinden kalkıyor. En önde rehber arkadaşlar arada bizim konuşmacılar, en arkada ben kabataş sahilinde yatımıza doğru giderken, en arkadaki iki yabancı konuşmacı, üsküdar motorundaki çığırtkan arkadaş sayesinde, üsküdar motoruna atladı. Bayaa bindi içinde kayboldu. Yahu göz var izan var, yat var motor var. Dur napıyosun demeye kalmadan motor iskeleden ayrılmaya başladı. Son bir kuvvetle, ya sabır diyerek atladım motora. Bi yandan da bilet kesen adama anlatmaya çalışıyorum, bunlar turist yanlışlıkla bindiler falan diye. Neyse üsküdara doğru gidiyoruz ben de bir yandan bizim salak turistlerin yüzlerini hatırlamaya çalışıyorum. Bir tanesi Rus bi adamdı, yüzü tombulca ve bıyıklı. Adamı gördüm içeri oturmuş hemen koştum yanına ingilizce diyorum "eskuz mi this is not the right boat, we hev tu get aut" falan parçalıyorum ingilizce. Adam da demez mi "yav git gardaşım işine ne diyosun" diye. Meger adam türkmüş yani sadece bizim Rusa benzeyen Türk. Orda aklıma gelmedi değil turist numarasına yatmak, yani ben bi tek ingilizce biliyomuşum gibi. Ama yemedi pardon dedim kaçtım. Sonra adamları buldum dışarı oturmuşlar, gelin lan dedim buraya. İki tane çaktım ağızlarına. İçimden öyle geçirdim. Neyse ben bunları aldım yine ingilizce parçalıyarak durumu izah ettim. Bizim biletçi amcaya da dedim durum budur bizden para alma yanlışlık olmuş. Ben nerden bileyim o amca da macera arıyormuş "dur ben halletcem" dedi. Lan neyi hallediyon denizin ortasında, filika mı indircen. Bu sonra gitti kaptanın yanına, karşıdan üsküdardan gelen motor ile kafa kafaya yanaştı bunlar, bizde öbür motora geçtik ve kabataşa geri döndük. Bitti.

Çarşamba, Şubat 21, 2007

Avrupa'da çalışmak

Bugün bu konudan bahsetmek ve tecrübelerimi paylaşmak istiyorum. Eminim birçok insan can atıyordur, yurtdışında iş bulayım, hemen zengin olayım, parayı bulayım diye. Birincisi Avrupa'da çalışarak zengin olmak pek mümkün değil. Bizim bildiğimiz klasik anlamda zenginliği yine ticaret yapan insanlar elde ediyor. Yok ben IT sektoründe çalışırım, sonra müdür olurum, genel müdür olurum, turnayı gözünden vururum diyorsanız o ayrı. Ama teknik işlerde çalışıyorsanız, orta seviye bir maaş alırsınız. İşin güzelliği bundan sonra başlıyor. O orta düzeyde maaş size güzel bir yaşam sunuyor. Burada herkesin aldığı maaş aşağı yukarı aynı. Bir temizlikçi 1200 euro alıyorsa, bir sekreter 1400 gibi birşey alıyor, IT çalışanları 2000 e yakın alırken, proje yöneticileri 2300 euro + araba alıyor. Maaş yüksekdikçe hayvani vergiler biniyor üzerine. O yüzden herkesin yaşam standardı aşağı yukarı aynı seviyelere çekiliyor.

Neyse maaş konusunu bırakırsak bi kenara, çalışma ortamı nasıl:
* Fazla mesai oluyor ama kuruşuna kadar ödeniyor. Fazla mesailerin saat ücreti normal saat ücretinin yarısı + tatil şeklinde oluyor. Mesela 8 saat fazla mesai yaptın, 1 günlük izin ve yarım günlük maaş hesabına ekleniyor.
* Günlük çalışma saati 7.5 saat. Ben genelde 8-9 saat çalışıp fazla mesai biriktiriyorum.
* İnsanlar anlayışlı ve üzerinize baskı kurmuyor. Burhan abinin dediği gibi "arkadaş yönetici" tarzında bir anlayış var.
* En üst düzey insanlar bile yanınıza gelip havadan sudan muhabbet edebiliyor. Türkiyedeki yönetici çalışan arası protokol burda yok. Japon bir ülke müdürü ile samimiyetimiz artmıştı ve adam bana naber derken bir de tekme attı, o derece yani. İnsanlara ismi ile hitap ediyorsunuz. Nasılsınız Ahmet Bey gibi bir ifade yok, onun yerine hellooo Peter, how you doin tarzında yaklaşımlar daha genel. (Peter da genel müdürmüş mesela).
* Teşvik ediyorlar, bir işi düzgün yapınca üst düzey insanlar bile biliyor sizin yaptığınızı, kimse sizin işinizin üzerine yatmıyor.
* Herkesin arabası var.
* Belçikadaki aileler çocuklarına düşkün, okul tatillerinde izin kullanıp zamanlarını çocukları ile geçiriyorlar. Zaten ailelerde 2-3 çocuk çok normal.

Aklıma gelenler bunlar, soru sorarsanız cevaplarım...

Salı, Şubat 20, 2007

Sobelendim...

Evet bende eşim tarafından sobelendim, artık bazı gerçekleri ortaya dökmenin zamanı geldi:
* Sabırlıyım, bazen insanı delirtecek gerecek kadar sabırlıyım, ama içim kıpır kıpır olur bekleyemem velakin sabır tuhaf bişey kendimi resetleyip tekrar başa alıp bekliyorum.
* Haksızlığa karşı antipatim var. Başımı alır giderim, haksızlığa uğradıysam bi şekilde intikamım acı olur (peh peh).
* Bilgisayarları severim, bazen problemleri oluyor, çözünce o problemleri sanki onlara hükmediyormuşum gibi geliyor.
* Küresel ısınıyorum. Evde çok fazla ısıtma araçları kullanmıyorum, kocaman güneş var işi ne, ısıtsın.
* Feci şekilde kalem çeviririm, sağlı sollu atmalı tutmalı.
* Darbuka çalışıyorum 3 haftadır, şimdilerde göbek atacak kıvama geldi.
* itiraf.com okurum, bazen abartıp saatlerce. Bi tane program yaptım tüm itirafları cep telefonuma yükledim, bi yerde
beklerken hemen açıp okurum hiç acımam.
* Toyotada çalışıyorum, yazılım uzmanıyım illa velakin aslında makina mühendisiyim. Yüksek lisans tezimi "Sonlu elemanlar analizi ile bir standardın CAD yazılımı ile incelenmesi" konusunda yaptım. 2000 yılında "HTML nedir" türü bir kitap okuyarak başladığım yazılım konusunda halen ilerlemekteyim. (Ecemin bu konuda katkıları pek çoktur).
* Hurafeler inanmam ama korku filminden korkarım. En korktuğum şey küçük japon bir çocuğun ağzını açması ve öyle durmasıdır. Grunge filminden feci tırsarım.
* Sinema hastasıyım, gerek internetten gerek digiturk sinema paketinden çok film izlerim.
* Dizi hastasıyım. Lost, Heroes, 24, Dexter, Yaprak dökümü, avrupa yakası takip ederim.
* köpeğimiz var, golden.
* bilim teknik okurum, "evrende bu hafta ne olmus, hangi yıldız bulunmuş" takip ederim, "kuantum fiziğinden" bi bok anlamam.
* Birçok ünlüyü ve mankeni tanımam, ne giymişler ne yapıyorlar ilgilenmem, bayar beni.
* En sevdiğim şey yemek yerken avrupa yakası izlemektir. çifte kavrulmuş fındık etkisi yapar bende.
* Sağlıklı yaşamam, yaşayanıda sevmem. 1 saat koşup hayatımı 1 saat uzatacağıma, 1 saat tv izleyip cips yerim, zaten o uzamış hayatımda yapacaklarımı şimdiden yaparım.

Yaz yaz bitmiyor, belki sonra devam ederim (bugünün işini yarına bırakıp sonra unuturum)